“Akıl Oyunları” Film İncelemesi

Yusuf Özden Altınkaya
2 min readSep 9, 2021

--

Yönetmeliğini ve yapımcılığını Ron Howard’ın üslendiği film, John Forbes Nash adındaki ünlü bir matematikçinin gerçek hayat hikâyesinin beyaz perdeye aktarılmasını konu alıyor. Filmde, öğrencilik hayatı süresince oyun kuramı üzerine önemli çalışmalar yapmış başarılı bir öğrenci olan John Nash’in aslında şizofren biri olduğunu anlamasıyla zincirleme bir şekilde gelişen olayları görmekteyiz.

John Nash, diferansiyel denge teorisini Adam Smith’in oyun teorisi ile harmanlayarak ortaya yeni metodlar çıkarmaktadır. Üniversite yıllarında depresyon ve paranoid şizofreni tanısının konulmasının ardından hayal kırıklığı yaşamıştır. Tüm öğrenciler gibi üniversite döneminde Wheeler’a gitmek isteyen John, okulu bitmesine rağmen tezini bitirememiştir. Onun amaçlarından biri de üniversitedeki arkadaşlarından rakip gördüğü Martin Hansen’i başarılarıyla yenmektir. Kendi fikirlerini üreten John’un sayılar ve matematik dışındaki ilk arkadaşı Charles Herman olur. Okul yıllarında yaşadığı çaresizlik hissi, kaybetme korkusu, stres gibi durumlar günden güne artmaya devam eder ve halüsinasyonlar görmeye başlar. John’un sosyal olarak yaşadığı tüm bu problemler toplumun ona gösterdiği tutumla doğrudan ilişkilidir. Bu sahneler bana toplum ve çevre baskısının ne derece tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermiş oldu. Hastalığının en yoğun olduğu zamanlarda eğitim almak istediği Wheenler’ı kazanır ve orada Sol ve Bender isimli kişilerle tanışarak yaşadığı sorunların çözümünde az da olsa ilerleme gösterir. Gerçekleri ve hayal dünyasını karıştıran John filmde “big brother” diye karşımıza çıkan William Parcher’ın dediklerini uygular. Ülkesine hizmet etmek için Sovyet şifrelerini çözmesi gerektiğini düşünmeye başlaması, aklının kendine oynadığı bir oyundan başka bir şey değildir. Bu dönemde öğrencisi olan gelecekte de evleneceği Alicia ile tanışır. Alicia’nın kişiliği ve davranışları onu diğer insanlardan belirgin bir şekilde ayrılmasını sağlayan en önemli faktördür. Bu durum John’un dikkâtini çekmesine neden olmuştur. Alicia’nın, kadınlarla düzgün bir iletişim kurmakta zorlanan John’a olan tutumu, fedakarlığı ve alttan alma gibi özellikleri onun hayatındaki en büyük şansı olacaktır. John, toplumdaki tüm sorunların matematik evreninde mutlaka çözümlenebileceğine dair sonsuz bir inanca sahipti. Alicia’ya duygularından bahsettiğinde bile alışılagelmiş romantik cümlelerin dışında bilimsel ve realist bir konuşma yapmıştı. İlerleyen dönemlerde gördüğü halüsinasyonların artmasıyla Alicia dâhil herkese karşı kendini soyutlamıştır. Sovyetler tarafından takip edildiğini düşünerek saklanmaya çalışır ve eşini korumak için onu ablasının yanına gönderir. Burada John’un korumacı kişiliğini ve eşini kendinden bile sakınmasını Alicia’ya verdiği önemin kanıtı olarak yorumlayabilirim. Alicia, gelişen olaylarla zor anlar yaşayacağını bilse de Nash’in yanında kalarak ona tedavi süreci boyunca yardım etmeye devam eder. Tedavisini tamamlamadan yarıda bırakan Nash, halüsinasyonlar görmeye devam eder ve “Neredeyse gerçek olmadığını düşünmeye başlamıştım.” diyerek başladığı noktaya geri döner. Alicia’nın yardımıyla halüsinasyonlar ile yaşamaya alışan John, 1994’te Nobel Ekonomi Ödülünü kazanarak hem hayalini hem de gerçekleri algılamak için gösterdiği çabayı taçlandırmış olur. Akademi ile uğraşan insanların ona saygı duyduklarını göstermek amacıyla kalem bırakma hareketi yapmaları, ödülü almasıyla değişmeye başlayan hayatınının bir göstergesi olur.

Filmde Nash’in yaptığı çalışmaları ve şizofreniden kurtulma çabalarını, biz izleyicileri hayran bırakacak cinsten büyük başarılar olarak görüyorum. Nash’in cefakâr ve yardımsever eşini onurlandırması adına söylediği “Burada olma sebebim sensin, sen benim bütün nedenlerimsin, burada senin sayende varım.” cümlesiyle de akıllarda iz bırakmayı başarır. Filmde hayat ve başarı arasında ince bir çizgi olduğu ve bu çizgide dengede kalmanın zorlukları biz izleyicilere net bir biçimde gösterilmiştir.

--

--